Steven Gerrard ve Frank Lampard iki kulübün ikon futbolcusu olmanın yanı sıra bir başka sorunun da öznesini oluşturuyordu. Futbolculuk dönemlerinde iki yıldız arasında yapılan kıyaslama futbol tarihinin en ilgi çekici tartışmalarından biriydi…
Farklı takımlarda aynı forma numarasıyla efsane oldular. Futbolda ‘8’ numara denince akla gelen ilk isimlerin arasında olmayı başardılar. Kulüplerinde kaptanlığa kadar yükseldiler, uzun yıllar bu bayrağı başarıyla taşıdılar. Sayısız maçlar, kupalar kazandılar ve isimlerini futbol tarihine altın harflerle yazdırdılar. İngiliz futbol tarihinin en iyi orta sahalarından Steven Gerrard ve Frank Lampard uzun yıllar aynı forma altında ülkeleri adına milli formayı terlettiler. Sportmen karakterleri ile herkesin takdirini topladılar. Ancak futbol dünyası onları birçok benzer özelliğinden dolayı futbol hayatları boyunca sürekli kıyasladı ve en iyiye ulaşmaya çalıştı.YENİ OYUN ANLAYIŞININ TEMSİLCİLERİ OLDULAR
Klasik orta saha anlayışının değişmeye başladığı 90’ların sonu 2000’lerin başında futbolculardan beklentiler de artmaya başlamıştı. Eskiye nazaran hücuma dönük ya da defansif orta saha anlayışı yavaş yavaş yeşil sahaları terk ediyor, yerini iki yönlü orta sahaya kavramına bırakıyordu. Bu dönemde bunun en büyük temsilcilerinden birkaçı da Josep Guardiola, Claude Makelele, Stefan Effenberg, Clarence Seedorf ve Patrick Viera gibi isimlerdi.
İngiliz futbolunda sivrilen ve birçok benzer özelliğe sahip olan iki futbolcu henüz yeni yeni parlamaya başlamıştı. Oyunun iki yönünü de üst düzey oynayabilen bu iki genci asıl değerli kılan özelliklerden biri de yaşlarıydı. Bu iki futbolcu, yaşlarından büyük oynuyorlardı ve henüz kariyerlerinin başında takımlarının vazgeçilmezi olmaya başlamışlardı. Milli takıma da dahil olmaya başlayan bu ikili ışıl ışıl parlıyor ve İngiliz Milli Takımı’nın geleceği olarak gösteriliyorlardı.
Uzun boyları, top hakimiyetleri, hava toplarındaki kabiliyetleri ve en çok da futbolseverlerin akıllarından çıkmayan uzaktan atılan füze gibi şutları… Bunların yanında mental olarak liderlik vasıfları, dirençleri, özel yetenekleri, pes etmeyen karakterleri ve çalışkanlıkları, onların sadece forma numaralarının değil aslında iki renk altında vücut bulmuş aynı kişi olduklarını gösteriyordu.
2003 LAMPARD İÇİN MİLAT OLDU
West Ham akademisinden çıkan ve daha sonra Chelsea’ye hatırı sayılır bir rakama imza atan Frank Lampard’ın kariyerinde 2003 yılı önemli bir dönüm noktası oldu. Rus milyarder Roman Abramovich tam da bugünlerde İngiliz ve dünya futbolunu sonsuza kadar değiştirecek hamleyi yapınca tüm futbolseverler ışık görmüş tavşan gibi dondu kaldı. Finansal olarak kötü bir durumda olan Chelsea’yi satın alan Rus milyarder kafasına göre transfer yapıyor, harcama yapıyor, istediğini takıma alıyordu. O zamanlar “Financial Fair Play” yok tabi. Birçok futbolcu ile yollar ayrıldı ve flaş transferler yapıldı. Buna rağmen Frank Lampard yeni yapılanmada tıpkı onun gibi West Ham akademisinde yetişen John Terry ile beraber yerini korudu ve Chelsea’nin başarılarını oluşturacak günlerin temelinde yer aldı.
Chelsea 2012’de Bayern Münih’i kendi sahasının ev sahipliği maçta yenerek Şampiyonlar Ligi zaferini kazandığı zaman Lampard kaptan olarak kupayı kaldıran kişi oluyordu. Birçok teknik adamla çalışan ve her birinin değişilmezi olmayı başaran İngiliz oyuncu için Avrupa’nın devleri de o dönem sıraya girdi. Lampard bir röportajında o dönemi ve takımına bağlılığını şöyle anlatıyor:
“Barcelona ve Real Madrid'in yanı sıra, Jose Mourinho'nun çalıştırdığı Inter de beni kadrosuna katmak istiyordu. Ancak bu tekliflerde hiçbir zaman 'şimdi imzalamaya hazırım' gibi bir noktaya ulaşmadık. Perde arkasında konuşulan çok şey vardı. Kariyerimin Chelsea bölümüne baktığım zaman hiçbir şeyi kaçırmadığımı görüyorum ve o günleri çok özlüyorum.”
Chelsea taraftarının efsanesi olmayı başaran Frank Lampard sayısız başarı kazandığı kulübüne otuzlu yaşlarının ikinci yarısında ABD’ye transfer olarak veda etti. Daha sonra kısa bir dönem Manchester City forması giyse de Lampard her zaman mavi 8 numaralı Chelsea formasıyla hatırlanacak.
REAL MADRID VE CHELSEA’Yİ REDDETTİ, EFSANE OLDU
Steven Gerrard ise 12 yıl taşıyacağı kaptanlık pazı bandını 2003’de Sami Hyypia’dan devralıyordu. Peri masallarını anımsatan 2005 İstanbul zaferinde kupayı kaldıran isim olan unutulmaz futbolcu artık dünya futbolunun başaktörlerinden biri olarak kabul ediliyordu. İstanbul zaferinin hemen ardından Chelsea ile çıkan transfer dedikodularını yıllar sonra hem Gerrard hem de Mourinho doğrulayacak ancak efsane isim efsane olduğu kulübü yüz üstü bırakmayacaktı.
Futbol tarihinin en büyük yıldızlarından Fransız Zinedine Zidane, Steven Gerrard ile ilgili, “Sanırım 2004 yılının yaz aylarıydı, kulüp başkanı Florentino Perez ile bir konuşmamda, ona orta sahadaki partnerimin Gerrard olması gerektiğini söyledim. Real Madrid'in Gerrard'a iki kez transfer teklifi yaptığını biliyorum ancak o Liverpool'dan ayrılmak istemedi” şeklinde konuşarak İngiliz oyuncunun kulübüne sadakatini bu sözleriyle bir nevi perçinlemiş oluyordu.
Steven Gerrard üzerine adete bir lanet gibi yapışan Premier Lig şampiyonluğu ise onun kariyerinde kazanamayacağı tek kupa olarak kayıtlara geçecekti. 2014 yılında Premier Lig zaferine o kadar yaklaşmışken Chelsea mücadelesinde ayağı kaymış ve adeta şampiyonluğa mal olan hatayı kaptan yapmıştı. Büyük bir travma yaşayan efsane futbolcunun bunu atlatması kolay olmamıştı. Kariyerinde 1 defa bile Premier Lig şampiyonluğu olmadan Ada’dan ayrılacak ve tıpkı Lampard gibi o da ABD’ye transfer olacak, futbola burada, sayısız başarı ile veda edecekti.
MİLLİ HÜSRAN
Aralarında sadece iki yaş (Lampard daha büyük) fark olan yıldız futbolcuların milli takım ile elle tutulur bir başarı kazanamamaları ise gerçekten dikkat çekici. Bu iki oyuncunun da içerisinde yer aldığı Terry, Ferdinand, Beckham, Owen, Campbell, Scholes vb. yıldızların dahil olduğu bir jenerasyona (kaleci hariç) herhalde altın jenerasyon desek yanlış olmaz. Bu kadroların büyük turnuvalarda üst turları zorlayarak gördüğünü ve taraftarlarını kahrettiğini hatırlatmakta ise fayda var. Hatta EURO 2008’e katılamayarak tüm futbolseverleri şaşırtmışlardı.
MALUM SORU: HANGİSİ DAHA İYİ?
Bu soru yıllar boyu futbolseverlerin akıllarını kurcaladı ve cevap aradı kendine. Biz de bu yazımızda naçizane bu soruya cevap vermeye çalıştık. Cevabı oldukça karmaşık olan bu soruya iki taraflı bakma taraftarıyım zira birçok değişkeni içinde barındıran bir kıyaslama bu.
Steven Gerrard tarafından bakacak olursak… Steven Gerrard dönem dönem oldukça kaliteli futbolcularla berber forma giyse de genellikle bunlar kısa ömürlü oldu ve 2005 İstanbul zaferi dışında kayda değer bir başarı sağlayamadı. Kulübüne olan aşkı, forma sevdası, hikayesi ve büyülü romantizmi her zaman futbolseverlerin ilgisini çekti ve popülerliğini son güne dek korudu. Çok iyi futbolcuydu ancak yanında her zaman çok iyi futbolcular olmadığı için büyük başarılar kazanamadı. Hatırlayın, 2005 finalinde Traore, Finnan, Smicer vb. gibi oyuncularla kupayı kazandı. Yeni yeni parlayan Xabi Alonso, Cisse, Kewell, Luis Garcia ve Baros gibi iyi sayılabilecek oyuncuların da katkısıyla. 2014’te futbol dünyasının büyük bir bölümü onun Premier Lig şampiyonu olup veda etmesini istiyordu. Ama olmadı… Nasıl ki Maradona’nın, Ronaldo’nun, Ibrahimovic’in, Buffon’un kupa koleksiyonlarında Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kupası yok Gerrard’ın da koleksiyonunda sadece Premier Lig şamiyonluğu eksik kaldı.
Frank Lampard tarafından bakacak olursak… Mavi 8 numaralı formasıyla efsaneler arasına adını yazdırmış olan Lampard, Chelsea’nin tüm başarılarında hep ön sıralardaydı, başroldü. Attığı goller ve asistler ile star seviyesine yükseldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Steven Gerrard’a karşı hemen hemen tüm istatistiklerin hepsinde hep önde olan taraf oldu. Ancak genel kanı sürekli Steven Gerrard’ın daha iyi ve başarılı olduğuydu. Kağıt üstünde Gerrard’a göre başarılı olmasının bir sebebi de çevresinde oynayan oyuncuların dünya tarihine damga vurmuş isimler olması şüphesiz.
Peki yıllardır süren bu tartışmanın kazananı kim oldu? Kazanan yoktu, kazanan futboldu tabi ki… Yaklaşık 15 yıl boyunca bizlere üst düzey futbol izlettiler ve gizliden gizliye yürüyen ‘8’ rekabetini yaşattılar. Üstelik bu iki harika karakter, ‘Her büyük futbolcudan büyük teknik adam olmaz’ yorumunu da çürütmeye niyetli bugünlerde. Biri Chelsea’de oldukça başarılı diğeri ise Rangers’ı küllerinden doğurdu. Sıradaki meydan okuma bu olsa gerek. Merakla bekliyoruz…
Kaynak: TRT SPOR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder