Tarihin en eski sporlarından olan, kökeni Pers İmparatorluğu'na dayanan, zamanla İngiliz soyluları arasında yaygınlaşan ve İngilizlerin milli oyunu haline gelen polo, 5 kez olimpik branş olarak ülkeler arası müsabakalara ev sahipliği yaptı.
Günümüzde "zenginlerin, kralların sporu" algısının üzerine yapıştığı polonun tarihçesi aslında çok çok eski zamanlara dayanıyor. Oyunun ilk defa M.Ö 1 veya 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nda oynandığı varsayılıyor ancak tabii ki o hali günümüzdeki modern versiyonuna kıyasla çok daha farklı kurallar içeriyor.
Daha çok atlı süvarilerin ve diğer seçkin orduların eğitimi için mücadele edilen poloyu, savaşçı kabile üyeleri 100'er kişilik kalabalık ekipler halinde oynuyordu. Aslında buna minyatür bir savaş da diyebiliriz. Polonun Türk dünyasına yansıması da yine benzer kurallarla at üstünde Orta Asya'da oynanan "Çevgan" ile olmuştur.
Polonun günümüzde "zenginlerin sporu" haline gelmesindeki temel etken ise 1800'lü yıllarda İngilizlerin, Hindistan yolculukları sırasında oyunu görmeleri ve sonrasında Avrupa'ya taşımalarıyla olmuştur. Polo yıllar geçtikçe İngiliz soyluları arasında yaygınlaşmış ve İngilizlerin milli bir oyunu haline gelmiştir.
Kısaca bilmeyenler için polonun nasıl oynandığına da bir göz atalım... Modern polo; at üzerinde dörderli iki takım oyuncuları tarafından oynanır. Sporcular ellerindeki özel oyun sopalarıyla 10 cm çapındaki topa vurarak hedefledikleri alana atmaya çalışır. Temel amaç bu vuruşlarla rakip takımın kalesine yaklaşıp, gol atmaktır.
Polonun modern bir çeşidi olan arenada da kapalı alanlarda oynanabilmesine rağmen daha çok açık havada mücadele edilir. Ortalama 90 metre alanda oynanan arena poloda her bir takımda üç oyuncu vardır ve şişirilebilen deri top kullanılır. Arena polo maçı genellikle altışar dakikalık dört devre içerir. Buna chukkas veya chukkers denir.
Tabi geleneksel, modern ve arena polo olmak üzere birçok çeşidi bulunan sporda takımlardaki kişi sayısı var olan alanın büyüklüğüne göre değişir. At üzerinde oynanan bir branş olduğu için en eski spor dallarından biri olan polonun bir de olimpiyat tarihindeki yerine bakalım...
Atina'da düzenlenen ilk modern olimpiyat olan 1896'nın ardından 1900 Paris'te kendisine yer bulan polo, sonraki iki yaz oyunlarında ise var olan branşlar arasına girememiştir. Polo, 1904 Saint Louis ve 1906 Atina Ara Olimpiyatları ardından, 1908 Londra ile tekrar organizasyona dahil edilmiştir. Ancak yine istikrarını koruyamayan oyun, 1912 Stockolm'deki yerini alamamıştır.
1916'da I. Dünya Savaşı nedeniyle gerçekleşmeyen olimpiyatların ardından 1920 Anvers ile tekrar organizasyona geri dönen polo, 1924'te yine Paris'te düzenlenen oyunlarda da yerini alarak ilk kez üst üste iki kez olimpiyatlarda ülkelerin yarıştığı branşlardan biri olmuştur. Ancak polonun olimpik branş olarak istikrarsızlığı ilerleyen zamanda sürmeye devam etmiş.
Arka arkaya 1928 Amsterdam ve 1932 Kaliforniya Yaz Olimpiyatları'nda
kendisine yer bulamayan polo, 1936 Berlin'de son kez olimpik branş
olarak boy göstermiştir. Sonraki süreçte 1940 ve 1944'te bu kez II.
Dünya Savaşı nedeniyle olimpiyatlar düzenlenememiş ve polo da bir daha
günümüze kadar olan zamanda kendisine Yaz Olimpiyatları'nda yer
bulamamıştır.
Yaklaşık 85 yıldır herhangi bir olimpiyatta var olan branşlar arasında yer almayan polonun, bundan sonrası için tekrar geri dönüp dönemeyeceği meçhul. Ancak tıpkı halat çekmede olduğu gibi poloda da ülkemiz adına olumlu şeyler söyleyebilirdik. Nasıl ki halter, güreş gibi güce dayalı sporlarda Türkiye başarılı bir ülkeyse, halat çekmede de madalyalar kazanması olanaklar arasındaydı...
Aslında polo için de benzer yorumlar yapılabilirdi. Çünkü Orta Asya Türkleri tarafından oynanan bir çeşidi de bulunan polonun, "Ata sporu" binicilik olan bir millet tarafından çok üst düzeyde icra edilebilmesi ihtimaller dahilindeydi.
Ancak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki algısı da "zenginlerin sporu" olan poloya, ülkemizde diğer branşlara göre pek fazla ilgi gösterilmiyor dersek yanılmış olmayız...
Kaynak : Emre Akdemir - TRT SPOR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder