Sayfalar

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Eksik modernleşme

Futbolda yeni veya farklı gördüğümüz denemelere 'modern' etiketi verirken oyunun temelini eksik mi bırakıyoruz? Avrupa ile eşleştirdiğimiz felsefeler ve oyuncu profilleri arasında zayıf bir köprü mü var? Birkaç paragraf sesli düşüneceğiz.

Futbol ilerledikçe geri kalmışlığımız, yeni fikir ve oyun akımları egemen oldukça takip etmekte zorlanışımız herkesin malumu.

Oyunu ve oyuncuyu modernleştirmek kuşkusuz bir ihtiyaç ve bunu henüz başarabilmiş değiliz.

Tam da bu sebepten, yeni ya da farklı olanın peşinden koşulsuz giden, sorgusuz inanan ve tartışılmalarını ‘geri kafalılık, yeniliğe karşıtlık’ gören bir düşünce kümesi oluşturduk.

Bunu yaparken oyunun temelini ve olmazsa olmazlarını, mecburiyetlerini tamamen ikinci plana atmaya başladık. ‘Modern futbol’ adı altında son derece eksik, yetersiz, temel işlevlerde geri kaldığı için problematik oyuncuları ve oyun yapılarını savunur hale geldik.

Bu da çoğu zaman gerçeklikle örtüşmeyen hayaller kurdurduğu gibi sonuç üzerinden modernleşme fikrine karşıtlık başlatmaya vesile oldu.

Uzun süredir yazmayı düşündüğüm ancak toparlamak için uygun zamanı kolladığım bu içerikte sadece ve sadece fikirlerimi ve belli rahatsızlıklarımı paylaşacağım.

Bu rahatsızlıklarımı, yeni ve farklı olanı savunmak için çok kusurlu yapıları ve bireyleri kusursuz gösterme dürtüsü üzerinden ele alacağım.

Yazı boyunca örneklendirerek gidelim.

Oyuncular, pozisyonlar ve göz ardı edilen şartlar

Hepimizin malumudur ki artık futbolda her mevkiden oyunun her alanına katkı bekleniyor.

Bir kalecinin, bir stoperin oyun kurulumunda direkt rol oynaması, bir forvetin savunma planını başlatması, çizgi oyuncularının merkezi desteklemesi, merkezi paylaşan isimlerin çizgileri ve iç koridorları kullanabilmesi gerekiyor.

Bu bütünlük arayışının tek bir nedeni var: Minimum düzeyde zaaf göstermek.

Takriben 2014-2015 dönemlerinden sonra NBA’in yaşadığı dönüşümün alt metninde de bu vardı. Artık topla tam sahaya açılamayan, yüzü dönük 1v1 oynayamayan, şut menzili dar ve atletizmi kısıtlı dört numaraların rotasyonlardan kesilmesinin, yalnızca skorer ya da yalnızca yönlendirici süperstarların yan parçaya dönüşmeye başlamasının altında ‘komple oyuncu’ olamayışları yatıyordu.

Zira oyun ve stratejiler ilerledikçe antitezler de gelişiyor, rakipler sizi durdurabilmek için her şeyinizi ama her şeyinizi ezberliyor, size hem hızlı, hem güçlü hem de her noktada üretken olmak dışında hiçbir şans bırakmıyordu.

Bugün Play-Off seviyesinde takımlarının birinci starı olan istisnasız her oyuncu (1’den 5’e tüm pozisyonlarda) sahanın herhangi bir noktasından çektiği yardım savunmasına karşı pasörlük yapabiliyor, bire bir oynayabiliyor, şut atabiliyor ve çoğu eşleşmede güç üstünlüğü kurabiliyor. Çünkü oyun artık sizi bunların tamamına sahip olmaya itiyor.

Aynı durum uzun süredir futbol için de geçerli.

Elit seviyede “10 numara” rolünü sınırlayan faktör artık o yetenekteki oyuncuların sahanın her noktasına basmasına ihtiyaç duyuluyor oluşu. Oyunun merkezini oluşturan futbolcuya konfor alanı açmak yerine onun çalışkanlık göstermesi, savunma eforu koyması, gerektiğinde geriden top alması ve skora katkı sağlaması bekleniyor.

‘Pivot santrfor’ rolündeki oyuncular kendi içlerinde elemeye tabi tutuldu. Bu tip isimler arasında Kane gibi geçiş hücumlarını yönetebilen oyuncular tepede kalabiliyor. Geriye kalan örnekler ya rol oyuncusu olarak devam ediyor ya da seviye düşerek bizler için fırsat transferi halini alıyor.

Şampiyonlar Ligi’ni kazanma hedefiyle yola başlayan hiçbir takımda stoperlerin rakip yarı alanının ortasına kadar çıkamadığını, iç boşluktan ters taraftaki koridora net toplar atamadığını göremiyoruz.

Bizler de bunlara öykünüyor ama çoğunlukla yanlış anlıyoruz.

Eksiklikler de tam bu noktada başlıyor…

Misalen, oyunu geriden kurmayı ilke edinmiş ve bundan taviz vermeyen bir Türk takımı düşünelim.

Bunun Avrupa’daki örneklerinde teknik stoperler görüyor ve bu takım için de gerekli olduğu görüşünü ortaya atıyoruz. Ancak bu noktadan sonra gelecek stoperin sadece teknik olup olmadığına bakıyoruz.

Oysa bize bu öykünmeyi kazandıran takımların stoperleri yalnızca teknik oyuncular değil; Atletizminin, üst düzey pozisyon bilgisinin, sertliğinin, önsezisinin, hem yüksek hatta hem derinde oynayabilme becerisinin yanında oyun kurabilen oyuncular.

Haliyle bu bütünü tek yönden ele almak kusurlu bir kadro ve yapı oluşabilmesine, bir numaralı ilkeyi yerine getirirken temelin çatırdayabilmesine ve sorgulanmayan yeniliğin kolayca antitez üretilebilecek bir forma girmesine neden olabiliyor.

Örneği değiştirelim ve ‘sahte forvet’ kullanma güdüsünü ele alalım.

Bu arzuya yönelten Avrupa kulüplerinin neredeyse tamamında sahte forvet rolü, oyunu hızlandırabilmek ve gerektiğinde santrfor üzerinden de geçiş sağlayabilmek için kullanılıyor.

Fizik, profil, oyun tarzı ve yetenek eşleştirmesi gibi parametrelerce Avrupa’daki örneğe benzeyen bir oyuncu Türkiye’de kullanıldığında bu fikrin doğrudan taraftarı oluyor ve sahte forvet rolünün sadece getirilerine odaklanıyoruz.

Oysa bunu Liverpool, Manchester City gibi kulüplerde yapan oyuncular aynı zamanda sırtı dönük top saklayabilen, dar alanda bağlantı sağlayabilen, kolayca yüzünü dönebilen, iki çizgisini dolduran oyunculara alan açabilen, özetle santrfor orijinli bir oyuncunun yapması beklenen her şeyi zaten yapan isimler oluyor.

Ligimizde kadro kurma aşamasından antrenman tekniklerine oyunu bu denli hızlandırmak için elverişli bir yapı kuramıyor oluşumuzdan ötürü sahte forvetli düzenlerin en istikrarlı örnekleri 14-15 hafta gidebiliyor. Bir noktadan sonra rakipleriniz sizin üçüncü bölge etkinliğinizden ziyade birinci bölgeden sağlıklı top çıkarmamanız üzerine kurgulanıyor, sizleri direkt topa zorluyor ve ön alanda düşük fizikli kalmak dezavantaja dönüşüyor.

Gözümüzde kendini ‘pres takımı’ olarak tanımlayan bir ekip canlandıralım.

Elbette ki böyle bir takımın özellikle maç başında boğucu baskı uygulamasını, maç içinde fiziksel dalgalanma yaşamamasını ve 70-75’ten sonra rakibine enerji üstünlüğü kurabilmesini bekleriz.

Ancak son dönemde bu yapıların taraftar bulan örnekleri, oyunun sadece pres yönünü değerlendirme yoluna gidiyor.

Oysa her yapı gibi bu organizasyon da rakiplerinin tarzı, stratejisi ya da maçın gidişatına göre topa yön vermek zorunda kalabiliyor ve bu durumda da işleyen bir oyun sunması, kendini tek kimliklilikten çıkarabilmesi gerekiyor.

Dünyada zaten yaygın olan ancak bizlerin tanımlarıyla yeni tanıştığı roller içinde çok sayıda emsal var…

Örneğin, bir teknik direktör “merkeze kayabilen bek” isteğini açıkça ya da sahadaki uygulamasıyla gösteriyor olsun.

Kamuoyu ve değerlendirme birimleri olarak ismi geçen oyuncularda –sadece- bu kritere yoğunlaşıyoruz. Oysa gelecek oyuncunun bu kriteri karşılıyor olması dışında bir bekin sahip olması gereken temel fonksiyonları da taşıması gerekiyor.

Ters kademeye giremeyen, fizikli kanatlara kolayca yüksek top veren, ters ayağına basamayan, koridorunu savunamayan, merkeze kaydığı senaryo dışında (yani çizgide olduğunda) top kullanamayan bir bek oyuncusu, sadece orta sahaya +1 yazması umuduyla tercih edildiğinde geçici memnuniyet ve tatmin sağlarken orta vadede tüm görüşleri tersine çeviriyor.

Temeli unutup tek noktaya odaklanmak, modern bir tasvir yaptığımızı zannederken o rolü defalarca kez denenmesine rağmen giyemeyen futbolculara yakıştırma yapmamıza vesile oluyor.

Bu çıkarımların en önemli sebeplerinden biri kalıp argümanlar…

Yine bir örnekle gidelim.

Size bir oyuncu tasviri yapacağım.

Bu oyuncu atletik, fizik üstünlüğü kurabilen, ceza sahasına bolca doğru koşu atan, sağ ayaklı, sırtı dönük oynamaktan ziyade yüzünü kaleye dönmeyi isteyen, kenar forvet rolüne uygun, santrfor olarak verimi düşen ve tabela katkısı vermiş bir oyuncu.

Saydığım özelliklerin tamamı hem Cyle Larin hem de Caleb Ekuban için uyuyor. Oysa iki oyuncu arasında ciddi farklar mevcut.

Cyle Larin çizgide eşleşme kullanabilecek ve açık alanı topla kat edebilecek bir oyuncu değil. Ters ayağı zayıf. Saha görüşünün güçlü olup olmadığını test edebilecek durumda değiliz zira bir ara top denemesini destekleyecek ayak kalitesi olmadığının kendisi de farkında.

Bunun yanında Süper Lig’deki neredeyse tüm beklerin üzerinden hava topu alabilir, ivmelenme sonrası kayarak hamle vuruşları yapabilir ve stoper gezdiren bir santrforun bıraktığı alanı birden fazla pozisyonda doldurabilir. Bu da onu iyi bir ‘arka direk golcüsü’ yapıyor.

Ekuban, Larin’e oranla çok daha kuvvetli dribblinge sahip. Her iki ayağıyla da yerden kavis vererek pas çıkarabiliyor. Topla ilişkisi bariz şekilde daha iyi olduğu için zaman zaman oyunun merkezine kayabiliyor. Ayrıca bu yönü kontratağı taşıyan oyuncu olabilmesini de sağlıyor.

Bunun yanında sayıları çok olmasa da kendisiyle fiziken eşleşebilecek bekler var. Arka direk koşuları ve yaptığı hamlelerin bir kısmı savunmacıların hamle menzilinde kalıyor.

Tüm bunlardan kendimce net bir ayrım çıkarabiliyorum. Cyle Larin, 10 yıl boyunca 30 ve üstü maça çıksa yine de asist sayısının gol sayısını geçmesi çok zor ancak Ekuban bunu yapabilir. Ekuban, 10 yıl boyunca 30 ve üstü maça çıksa gol sayısının asist sayısını 4’e katlaması çok zor ancak Larin bunu yapabilir.

Bütüne ulaştırmayan, kategorize ettiğimiz argümanlar iki oyuncuyu aynı gösterebiliyor ama bambaşka ihtiyaçlar için birbirlerinden ayırmamız gerekliliği söz konusu.

Zihnimizde ‘modernlik’ sıfatının altına dizdiğimiz yeni oyun ve yeni oyunculara da bu tip muameleler yapabiliyoruz.

Temelden ve bütünden uzaklaştıran, sadece yeni tanıma uygun olup olmayışıyla değerlendirilen etiketler bizi oyunun kendisinde eksik bırakabiliyor.

Bu konudan neden rahatsızlık duyduğumu ve böyle bir yazı kaleme alma ihtiyacı hissettiğimi de açıklayayım. Paragraflar boyunca sözünü ettiğim yanılgı kümesinin içinde bizzat ben de varım ve özellikle 3-4 yıl öncesine kadar futbola baktığım pencere ile bugün arasında tam da bu sebeplerle büyük fark var.

Evet, bir dönem Caner’in Zinchenko performansı verebileceğine inanıyordum. :)

Türk futbolunun profesyonel ya da amatör olarak, çalışan ya da izleyici olarak paydaşlığını yapacaksak yeniyi, moderni istemek hakkımız olduğu kadar sorumluluğumuz. Bu satırlardaki örneklemelerle paylaştığım hiçbir fikir yeniye düşmanlık içermiyor.

Tam aksine, yeniye düşmanlığın büyümemesi adına gördüğümüz trendleri futbolun aslından ve olmazsa olmazlarından koparmamamız gerektiğine inanıyor, süreçlerin başlangıç ve bitişleri arasındaki pek çok yanılgının bu eksiklikler nedeniyle oluştuğuna inanıyorum.

Yine finali vakit ayırıp okuyan herkese duyduğum minnetle yapıyor, hepinize sağlıklı günler diliyorum.

Kaynak : Alperen Doğan / TRT SPOR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder