23 Ekim 2022 Pazar

Jorge Jesus Fenerbahçe'si

Yüksek gol ortalaması, pres yoğunluğu, ofsayt taktiği, duran top silahı ve gösterilen zaaflar... Jorge Jesus'un yönetimindeki Fenerbahçe'nin oyun yapısını enine boyuna inceledik.

Ligde 10 maçta 23 puan ve atılan 29 gol, Avrupa Ligi’nde 4 maçta 10 puan.
Gün itibarıyla Fenerbahçe için işler oldukça yolunda gidiyor.

Saha içinde hemen her maçta farklı kimlikte, farklı kartlarını sahaya sürer vaziyette gördüğümüz sarı-lacivertli ekip uzun süredir kazanamadığı maçlar da dahil olmak üzere istediği/kabul edebileceği sonuçları elde etmeyi başarıyor.

Esasen yaz aylarında yazmayı planladığım ancak bugüne kısmet olan bu satırları son cümlesine dek paylaşacağımız herkese şimdiden vakit ayırdıkları için teşekkür ederim.

Kendi perspektifimle Jorge Jesus’un Fenerbahçe’si nasıl bir takım, konuşmaya başlayalım.

Kusurlardan çözümlere

İlk olarak, varacağım noktalara ulaşmadan evvel neye vurgu yaptığımı izah edebilmem için kısaca futbola ve teknik direktöre bakışımı anlatmam gerek.

Ben tek kimlikli, tek oyunlu, tek planlı yapılara ve antrenörlere sıcak bakan biri değilim. Esas planını mükemmel düzeyde uygulasa dahi bunu oynamayı takıntı haline getiren, gösterdiği zaafların çözümüyle ilgilenmeyen, işler kötü gittiğinde dahi hiçbir ilkesinden taviz vermeyen teknik direktörlerin muhakkak bir noktada tıkanacağına inanıyorum.

Bana göre iyi hatta çok iyi teknik direktörün tanımı, her şeyden evvel kadrosunu doğru tahlil edebilme, bu oyuncu grubunun neyi yapıp neyi yapamayacağını irdeleyebilme, ortaya gerçekçi bir bakış açısı koyup kadroyla uyumlu bir şablon çizebilme ve muhakkak alternatif planlar üretebilme gibi etmenlerden geçiyor.

Daha basit bir tabirle savunma gerektiğinde savunmayı, hücum gerektiğinde hücumu, geçiş gerektiğinde geçişi, oyunu soğutmak gerektiğinde soğutmayı ve daha birçok şeyi yapabilen teknik direktörlerle yola çıkılması gerektiğini, aksi örneklerin sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini düşünüyorum.

Jorge Jesus ve kariyeri bu açıdan bakış açımla örtüşüyor.

Kendi adıma kesinlikle Fenerbahçe’nin kusursuz bir takım olduğunu düşünmüyorum. Bilhassa, en alt seviyeden en üst seviyeye hemen her takım gibi çok sayıda kusuru olan ve bunu telkin etmekten de geri kalınmaması gereken bir ekip olduğu fikrindeyim.

Ekim sonu itibarıyla ortaya çıkan pembe tablonun kusursuz bir takım oluşturmaktan değil, güçlü yönleriyle zaaflarını alt edip bu gücü baskın hale getirebilmekten geçtiğine inanıyorum. Bu da doğrudan teknik direktör üzerinden açıklanıyor.

Saha içinde nasıl bir Fenerbahçe var?

Sezon başında Fenerbahçe, kağıt üzerindeki standart 4-4-2’yi kanat oyuncularını içe konumlandırarak oynamaya çalışan bir takımdı.

Bu düzende Bruma, Rossi, Emre Mor gibi oyuncular ön alanın üretici rolündeki isimlerle köprü kurmaya çalışıyordu. Bu durum hem bu oyuncuların bahsi geçen role uyumsuzluğu, hem savunma eforlarının orta saha rolüne göre düşük kalması hem de fazlaca top kaybı getirmesi nedeniyle kopuk bir görüntü doğuruyordu.

Devler Ligi Ön Eleme Turu ve ardından 3-3 biten Ümraniyespor maçıyla birlikte Fenerbahçe, fazla vakit kaybetmeden bu düzenden vazgeçti.

Sarı-lacivertlilerin oynadığı 3-4-3’ün bazı temelleri ve temelin dışında kalan, oyuncuya göre değişen detayları var.

Değişmezlerin başında yoğunluk geliyor.

Kadroda birkaç istisna dışında genel olarak yüksek fizikli oyuncular mevcut. Forvet hattını oluşturan isimler de dahil olmak üzere ön alan baskısına elverişli bir oyuncu grubu var. Takım baskıya çıktığında hem topun çevresinde hem de zayıf tarafta yoğunluk oluşturabiliyor, gerektiğinde faul yapmaktan da çekinmiyor. Bu baskı esnasında kopukluk yaşamamak için savunma hattının da yukarı çıkması gerekiyor.

Tek tek bakıldığında ağırlığından dem vurulabilecek, açık eşleşmede sorun yaşayabilecek savunma oyuncuları olmasına rağmen Fenerbahçe rakiplerini kolaylıkla ofsayta düşürebiliyor.

Kendi adıma Fenerbahçe’nin ofsayt taktiğinin yanlış anlaşıldığını, “bir kere çözen cezalandırır” düşüncesinin neden her hafta ötelendiğinin henüz idrak edilmediğini düşünüyorum.

Ofsayt çizgisi kuran takımlar genelde ön alan baskıları işe yaramadığında merkezdeki sayısal eksiği içe daralarak kapatmaya çalışıyorlar. Bu durum sağ-sol koridorda boşluk oluşmasına sebebiyet veriyor. Bu boşluktan merkeze atılan toplar da ofsayt taktiğini delmek için en kestirme yöntemler oluyor.

Geçen sezon Pereira döneminde de kullanılan ancak Başakşehir, Frankfurt gibi maçlarda açıldığını gördüğümüz ofsayt çizgisine karşı rakiplerin kullandığı yöntem buydu.

Bu sezon Fenerbahçe, orta sahasında ağırlıklı olarak topun karşısında kalma pratiği bulunan, eforu ve temaslı oynama alışkanlığı yüksek (Crespo, Arao, İsmail) oyunculardan hat kuruyor. Yapılan ön alan baskısı rakiplerin orta alan pivotlarını geri çekmeye sebebiyet verecek kalitede olduğu için merkezde iki kişi olmanın sayısal zaafı hissedilmiyor.

Top savunmadan bir şekilde çıktıktan sonra Fenerbahçe’nin baskı hattı orta bloğa çekiliyor ve pasörün etrafında yoğunlaşılıyor. Topun hızlıca, yani savunma arkasına sarkan oyuncunun tuzağa düşmeden evvel çıkarılması engelleniyor.

Bunu aşmanın mümkün olup olmadığını ya da aşmayı başaran takımların bunu hangi şartlarda yaptığını birazdan irdeleyeceğiz.

Jorge jesus’un çıkardığı 11’ler keskin çizgilerle ayrılıyor. İrfan Can, Mert Hakan, Emre Mor, Lincoln, , Rossi gibi oyuncuların birkaçının aynı anda sahada olduğu kadrolar set içerisinde üretmeye daha elverişli ama daha geçirgen oluyor.

Arao-Crespo-İsmail üçlüsünden en az ikisinin sahada olduğu, ön alanın birden fazla kısmen tembel oyuncu barındırmadığı kadrolar sette üretkenliği zayıf ama pres gücü yüksek, geçişe elverişli, yüzünü dönmeye ihtiyaç duyan forvetlerini koşturabilen kadrolar olarak görüntü veriyor.

Bana göre Fenerbahçe, şu ana dek çıkardığı 11 ile oynanması gereken oyun arasında uyumsuzluğu yalnızca Konyaspor ve Karagümrük maçlarında yaşadı. Konyaspor karşısında üç stoper ve Arao’nun bulunduğu oyuncu grubu fazla geri esniyor, topa ortak olabilen rakibi karşısında oyunu genişletmekte zorlanıyordu.

Karagümrük de arızalarıyla beraber yapıca Alanyaspor ve Kayserispor maçlarındaki strateji ve oyuncu grubuyla mağlup edilebilir bir rakipti. Bu maçların birinden yenilgi, birinden son dakika golüyle üç puan çıktı.

Sırtı dönük oynama alışkanlığı yüksek olmayan forvetlerle sahaya çıkan takımlar için iki temel unsur var. Birincisi, mutlak suretle sahayı en az iki forvetin paylaşma gerekliliği. İkincisi de oyunun hızlanma mecburiyeti.

Pivot kimlikli olmayan santrforlar genelde stoper temasından kaçarak, sağ-sol iç boşlukta koşu kanalı arayarak, yüzünü dönmeye ihtiyaç duyarak oynuyor. Berisha gibi, Samatta gibi, Beşiktaş kariyeri özelinde Batshuayi gibi forvetlerin bulundukları ortamda gün be gün gerilemelerinin altında ya sahadaki tek forvet oluşları ya da oyunun yeterince hızlanmayışı yatıyor.

Jorge Jesus hepimizi şaşırtan bir kararla bu tip forvetlere yenilerini ekleyerek devam etti ancak iki temel kaideyi büyük ölçüde sahaya yansıtmayı başarıyor. Fenerbahçe hem birbiriyle alanı paylaşacak iki oyuncu kullanmayı hem de oyuna hız kazandırmayı sürdürebildiği ölçüde bu futbolculardan tabela katkısı alabiliyor.

Detay aksiyonlar

Yine bakış açımı paylaşacağım kısa bir girizgah yapmam gerek.

Futbolda detayların önemi ortada ancak son yıllarda bütünü es geçip detaylardan güzelleme furyası oluştu.

Oysa bunların kıymetli hale gelmesi için iskeletin, yani oyunun temelinin sağlam olması gerekiyor. Aksi durumda detaylar bir getiri sunarken çok şey götürebiliyor.

Fenerbahçe’nin oyun temeline zaten değindik. İsimlere göre yapının nasıl esneyebildiğini de konuştuk. Sıra X faktörlere geldi.

Fenerbahçe’nin hemen her ölü top için kemik hazırlıkları var. Aralarında işleyenleri de, yeterince verim sağlamayanları da oluyor.

Pek çok yazıda paylaştığım bir durumu ilk kez okuyanlar için yineleyeyim.

Kaliteli duran top kullanan takımların yazılı olmayan kuralları var. Fiziksel açıdan eşleşilemeyecek oyuncular ön direkte kullanılarak heba edilmemeli. Bu oyuncular rakiplerinin üstüne binerek top alabildikleri için merkez de ya da arka direğe yakın noktada konumlandırılmalı. Fenerbahçe’deki karşılığı Gustavo Henrique.

Yeterince kaliteli duran top savunan bir takıma karşı oynamıyorsanız, ön direğe atılacak misalen 2 oyuncudan birinin daha kısa ve fiziksiz olmasında sakınca yok. Zira bu oyuncu ilk topla buluşacak. Top ona geldiğinde hiçbir rakiple karşılaşmamış olacak. 1.81’lik Arao’nun ya da farklı örnekleriyle yakın boylardaki Necip’in, daha kısa Gökhan Gönül’ün ön direkte topa vurabilmesini sağlayan husus bu.

Fenerbahçe kornerlerde ve kenar ortası mesafesindeki duran toplarda bu kaidelere uygun yerleşiyor. Crespo’nun arkaya kaldırdığı ve yumuşak gitmesine rağmen Gustavo Henrique’nin merkeze çevirebildiği toplar tehdit oluşturuyor. Aynı şekilde kornerlerde kale sahası önünde vurulan toplarda da bu fiziki üstünlük kullanılıyor.

Taç atışlarında uygulama biraz değişiyor. Topu elle ceza sahasına göndermek daha zor bir hadise olduğu için fizikli oyuncular genelde yakın direkte, kale sahası ön çizgisi ve çevresinde konumlandırılıyor. Jesus da uzun kullanılan taç atışlarında Gustavo Henrique’yi ön direğe çekiyor. Bu rolün oyuncusunun amacı topu doğrudan yere indirmek olduğu için merkezde ve arkada yüksek fiziğin önemi düşüyor. Haliyle buraya tek vuruş yapacak oyuncu koyabiliyorsunuz.

Dinamo Kiev maçının galibiyet golü de böyle geldi.

Orta blok baskısı anlatırken kolay, uygularken zor bir hadise. Ön alan presi sonuç vermediğinde rakibin öne açılmasını, doğal olarak boşluk vermesini hedefleyen bir tutum. Elbette ki açılma niyeti olmayan bir takımı buraya çekmek sadece sizin tasarrufunuzda olan bir şey değil, zorluğu da buradan geliyor.

Orta blok baskısını başarıyla uygulayan antrenörler genelde önde kasten işe yaramayacak bir “yalancı pres” oluşturuyorlar. 1 veya 2 oyuncuyla yapılan, rakibin kolayca aşabildiği ve öne çıkabileceği hissine kapıldığı bu denemenin ardından orta alanda boğmak ve kazanılan topla geniş alanda koşmak gerekiyor.

Fenerbahçe maçların ilk 15-20 dakikalık bölümünde baskıyı tam sahaya çekiyor ve sonuç alamadığı takdirde orta bloğa dönüyor. Genelde sahada tamamen sete yerleşildiğinde tıkanma riski olan 11’ler bulunuyor. Doğal olarak bir açıklık yakalamak elzem hale geliyor.

Orta blok baskısıyla kazanılan toplar sonrasında muhakkak bir forvet kendini merkezden çizgiye atıyor. Basit bir matematikle kanat oyuncusunu bekin takip etmesi gerek ancak forvet oyuncusu stoper markajı altında. Onun aniden kendini çizgiye atması, savunma göbeğinde eksilmeye yol açıyor.

Bu orta blok + çizgiye forvet atma kombinasyonu Fenerbahçe’ye Valencia, King, Rossi gibi pek çok isim üzerinden gol kazandırdı.

“Tam olarak oyuna hükmedilmedi ama yine gol bulundu, yine kazanıldı” cümlelerinin nedenlerinde minimum arızalı bütünün etrafına eklenen detaylar yatıyor.

Fenerbahçe, durdurulamaz bir takım mı?

Elbette değil. Böyle olmadığını muhtemelen en iyi bilen kişi de Jorge Jesus.

Yine ortak ve benim de katıldığım görüş, Fenerbahçe’nin ezberlenen ve dominant bir oyunu her maç aynı şekilde sahaya yansıtamadığı ama akılcı ilerlediği konusu…

Doğal olarak hemen her maçın doğru planlanmasına, maç içerisinde doğru okunmasına ve kaliteli performansa ihtiyaç duyuluyor. Şu aşamaya dek bu konu başlıkları altında maksimum teknik direktör katkısı alındı.

Sosyal medyada çok tekrarladığım, yazı içinde de bahsettiğim ve sarı-lacivertliler adına tek büyük tehlike olarak gördüğüm durumu açayım.

Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştığı oyun ve sahadaki oyuncu grubunun örtüşmemesi, arka arkaya olumsuz sonuç alındığı takdirde doğrulardan da vazgeçme gibi bir netice doğurabilir. Pek çok takım için yakın geçmişte örnekleri mevcut.

Konyaspor ve Karagümrük maçları için bu fikir tabanında örnekler verdim. Rennes maçını 2-0’a getiren hikayenin de bu şekilde geliştiğini düşünüyorum.

İyi kurgulanmış bir orta alan baskısı, iyi kurgulanmış ofsayt çizgisi, ortalama üzeri set savunması ve belli oranda topa ortak olunabilen bir yapı varken Fenerbahçe arka arkaya iki gol yedi. Zira ilk 35 dakika çok arıza vermeyen ancak devamında pres gücü düşen bir orta saha hattı vardı. Sahada Arao ve Crespo yoktu. İrfan Can ve Mert Hakan’ın topsuz takipleri de sınırlı kaldı.

Normal şartlarda ofsayt taktiğini işleten pasöre baskıyı her iki golde de göremedik.

Tabii devamında maç içi hamleler oyunu ve puanı yeniden lehe çevirdi.

Ekim sonu itibarıyla Fenerbahçe eksiklerini kapatabilen, kuvvetli yönlerini konuşturabilen, çok gol atan, sahanın her noktasında yoğunluk sağlayan bir takım görünümünde. Yine bugün özelinde bana göre ligde en net teknik direktör katkısı alan ekiplerin tepesinde geliyor.

Aylar sonra oluşacak tabloda bu durumun değişip değişmediğini, bu satırların geçerliliğini koruyup korumadığını ölçmek ve yeni içeriklerde buluşmak dileğiyle…

Vakit ayıran herkese teşekkür ederim.

Kaynak : Alperen Doğan / TRT SPOR

0 yorum :

Yorum Gönder