Futbolseverler olarak, Avrupa kupalarında alınan her mağlubiyetin ardından bu soruyu tartışıyoruz. Peki problemler yumağını çözmek için zihnimizi ne kadar yoruyoruz? Bolca özeleştiri ile bu konuyu tartışalım.
Avrupa kupalarında ülke olarak aşağı yönde ivmemiz ve başarılarımızın sürekli olmayışı, bizleri ‘neyi yanlış yapıyoruz’ sorusuna yönlendiriyor.
Genellikle bu sorunun cevabını bulmak için tek bir konuya kanalize oluyor, bunun çözümünün sağlanması durumunda tablonun toz pembe bir hal alacağına inanıyoruz.
Oysa şu an seviye olarak üzerimizdeki ligler ve kulüplerin yaptığı doğrular ile bizim kulüplerimizin işleyişi arasında ciddi farklılıklar var.
Peki, Avrupa ile makası nasıl kapatabiliriz? Yazar görüşüyle bu sorunun cevabı tek kategoride açıklanabilecek kadar basit değil.
Ekonomik tablo
Bir kulübün hem yerel hem de uluslararası başarı sürekliliğini sağlayabilmesi, ulaştığı ideal seviyeyi koruyabilmesi için ekonomik anlamda çarkı çevirmesi gerekiyor. Peki kulüplerimiz buna ne kadar dikkat ediyor?
Türkiye’de sezona yüksek hedeflerle giren pek çok kulüp, harcamalarını olası başarı senaryosunu düşünerek yapıyor. Bu harcamalar ancak şampiyon olunduğunda ve Şampiyonlar Ligi gelirlerine ulaşıldığında bir yıl rahatlama sağlayabilecek seviyelerde oluyor. Oysa, her ligde olduğu gibi burada da sadece bir şampiyon çıkıyor.
Pek çok ekibimiz, harcamalarını hedeflediği başarıya ulaşamadığı senaryoyu göz önüne alarak düzenlemiyor. Transfer ve maaş ücretlerinin açıklamaları, elde edileceği varsayılan dereceler üzerinden yapılıyor. Haliyle bu dereceye ulaşamamış her kulüp için kriz ortamı oluşuyor.
Son yıllarda profesyonellerimiz, Avrupa takımlarıyla yarışabilecek maddi imkanlara sahip olmamaktan yakınıyor. Halbuki elendiğimiz kadroların büyük çoğunluğu maliyet açısından bizim çok altımızda seyrediyor. Problemin parasızlıkta değil, paranın nasıl harcandığında irdelenmesi gerekiyor.
Futbol dinamik bir spor olduğu gibi kulüplerin yönetim modellerinin de buna uygunluk göstermesi gerekiyor. Hedefiniz ilk sıra olabilir ve bu hedeften çok uzak kalabilirsiniz ancak misyonunuz burada noktalanmamalı. Eğer siz yaşı ve profili itibarıyla geri dönüşü sağlanabilecek, pek çok lige uygunluk gösteren oyuncuların ağırlıkta olduğu bir kadro kurduysanız mevcut başarısızlığı kısa ve orta vadede telafi etmeniz çok daha kolay olacak.
Zayıf oyuncu ağları ve bunun getirisi olan araştırma tembelliği/çekingenliği de kulüpleri abartılı harcamalara itiyor. X bir oyuncu için şartlar zorlanırken, aynı tarzda fakat bir kademe farklı kalitedeki muadillerinin belirlenmemesi sonucu bu X oyuncuyu ‘ne olursa olsun transfer etme’ güdüsü oluşuyor.
Süper Lig’de mücadelesini sürdüren beş şampiyon kulübümüze bakalım. Yakın tarihte fiyat/performans ekseninde kendilerini en çok mutlu eden transferler arasında Cyle Larin, Attila Szalai, Kerem Aktürkoğlu, Caleb Ekuban, Edin Visca gibi isimler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu futbolcuların hangisi büyük sükseleri, kariyerleri ve maliyetleriyle geldi? Tamamı araştırma ve gözlem gerektiren transferlerdi.
Bugün oyuncu satışlarına ve Avrupa’da sürekli iddialı oluşlarına imrenerek bakılan Porto, Benfica gibi ekipler aslında takımdan ayrılan her futbolcunun yerini aynı kalite ile dolduramayabiliyor. Bununla birlikte, parlatma ve pazarlama yöntemlerinin bir sonucu olarak alıcıyı bu yönde teşvik ediyorlar.
Kadro planlaması
Avrupa’nın ideal yönetim anlayışına sahip kulüplerinde ‘yeniden yapılanma’ tabiri, bizde olduğu gibi her iki üç yılda bir tekrarlanmak yerine uzun periyotlar içerisinde sadece bir kez dile getiriliyor.
Bunun açık ve tek bir nedeni var: Doğru uygulama.
Bir futbol kulübünde yapılanmanın aşamalarını, hedeflerini ve periyotlarını net şekilde belirlemek ve bunu ifade etmek gerekiyor. Sonrasında kulübün yükselişi buna bağlı kalmaktan geçiyor.
Geçiş dönemlerinde genellikle pragmatik teknik direktörlerden ziyade bir oyun anlayışı aşılayabilecek, oyuna ve oyuncuya değer katacak antrenörler seçiliyor. Takım çekirdeği buna uygun şekilde kurulduğu gibi her futbolcunun takımdan ayrılışı, sakatlığı, form kaybı gibi ihtimallere karşı ikameleri gözleniyor.
Bu uygulamalar, teknik direktörü de takımıyla birlikte zaman içerisinde büyütüyor. Somut başarı istenen döneme gelindiğinde aynı karşılık sahada alınmadığında, benzer tarzda ancak daha kaliteli çalıştırıcılar ve futbolcularla yola devam edilebilir. Önemli olan bu yönetim anlayışının bozuntuya uğramaması.
Türkiye’de durum biraz farklı. Çoğu takımın planları kısa vadeli hazırlanıyor. Orta ve uzun vadeli planlar da süreç esnasında değişkenlik gösterebiliyor.
Mesela iyi bir çekirdek oluşturuyor, birbirleriyle uyumlu futbolculardan oluşan bir kadro dizayn ediyor ve iki sezonu bu şekilde noktalıyorsunuz. Üçüncü yılda hedefi şampiyonluk olarak güncelliyor ancak sizi adım adım yükselten kadroya küçük yamalar yapmak yerine baştan aşağı değiştiriyorsunuz. Daha ‘tecrübeli’ futbolcuların ağırlıkta olduğu, ‘artık başarı vakti geldi’ dedirten kadrolar…
Sonuç olarak üç yıllık planlamanız çöpe atılıyor ve önünüzde tek sezonluk hedef kalıyor. Buna ulaşırsanız, gelecek yıl aynı şeyi tekrarlamak için yine düşeş atmak zorunda kalacaksınız. Ulaşamazsanız yeni bir yapılanma döngüsüne gireceksiniz.
Günümüz futbolunda her şeyin ama her şeyin maddi karşılığı düşünülüyor. Avrupa kulüplerinin çoğu, misal olarak 20 kişilik oyuncu grubunun tümü için bir plan belirliyor. As oyuncu/yedek oyuncu ayrımının ötesinde bir plan bu. Elbette ki idealize edilmiş bir ana kadro bulunuyor ancak bu 11’in dışında kalan futbolcular da belli periyotlarda ve onları iyi gösterecek düzenler içerisinde kullanılıyor.
Yeri geldiğinde, ana taktiğin dışına çıkılsa dahi pazarlama ihtimali bulunan futbolcuyu parlatacak şablonlara başvuruluyor. Bunun götürüsü olsa olsa birkaç puan oluyor, getisi ise milyonlarca euro.
Bakış açısı
Ülkemizde futbola ve başarıya bakış açısının değişmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
Sürekli kendini tekrar eden ama net çözümlere kavuşmayan pek çok problemimiz var. Çok ciddi oranda para harcayan kulüplerimizin çoğunun maçlarını oynadığı saha zeminleri kötü. Hemen her kulübümüzde ödeme problemleri gündeme oturuyor. Bu tip konular, iyi ve kötü yönetimden ziyade bu spora yeterince saygı duyulmadığını gösteriyor.
‘Şampiyonluk inadı’ üzerinde durmuştuk. Bu tutum, çoğu zaman peşinden gidilebilir ikincilikleri, üçüncülükleri gölgeliyor. Nadiren de olsa, belki de tesadüfi olarak bulunan doğru işleyişlerin silinmesine yol açıyor.
Pek çok emsal var ancak yakın örnek olduğu için üzerinde duralım. PSV Eindhoven, sahada verdiği görüntüyle hemen her kulübümüzden iyi durumda olduğunu hissettirdi. Bu takım, geçtiğimiz yıl şampiyon Ajax’tan 16 puan fark yemesine rağmen yarını adına ışık gördüğü Roger Schmidt ile yoluna devam etti. Bu futbolu oynarken Dumfries ve Malen’dan yoksundu.
Hollanda ekolünün bizim üzerimizde olduğu ve kıyaslanmamamız gerektiği gibi bir kabulleniş içine girebiliriz. Bu sebepten başka bir örneğe yönelelim.
Slavia Prag, 2016-2017 sezonunda kendisini şampiyon yapan teknik direktörü Jaroslav Silhavy ile birkaç ay sonra yollarını ayırdı. Aynı Silhavy, Çekya Milli Takımı ile Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final oynadı. Kendisinin yerine gelen Jindrich Trpisovsky, takımıyla birlikte üç yıldır lige ve kupara ambargo koyuyor.
Slavia, bu üç yılda iki kez Avrupa Ligi’nde çeyrek final oynadı. Diğer sezonunu Nou Camp ve Giuseppe Meazza’dan puanla döndüğü, keyifli bir Şampiyonlar Ligi hatırasıyla noktaladı. Alex Kral, Tomas Soucek ve Vladimir Coufal gibi yıldızlarını pazarladı (veya bizdeki alternatif deyimiyle kaybetti). Yine de sistemin dişlileri tam randımanla dönmeye devam ediyor.
Avrupa kulüpleri, globalleşmeyi kendilerine avantaj olarak kullanıyor. Danimarka ekibi Nordsjaelland, “Right to Dream” projesiyle pek çok Afrikalı genci bünyesine kazandırdı. Aralarından Mohammed Kudus, Kamaldeen Sulemana gibi tüm projenin maliyetini kat be kat karşılayacak yıldızlar çıktı.
Daha fazla insana ulaşmak, daha fazla taraftar ve doğal olarak gelir elde etmek anlamına geliyor. Kulüpler ve ligler, sosyal medya yönetimlerinden maç saatlerine kadar her şeylerini buna göre organize ediyor. Mevcut ve eski futbolcularının ülkelerinde kitlelere ulaşmak için pek çok çalışma yapıyorlar. Üstelik bu tutum artık Real Madrid, Manchester United, Juventus gibi devlerle sınırlı değil.
Saha içi
Yeterince uzun ve yorucu olduğu için burayı biraz daha kısa tutalım.
Artık dünyanın her liginde ‘oyun üretme’ gayesine şahit oluyoruz. Rakipleri planlarından çıkarmak da başarı getirecek bir seçenek fakat bunu öncelik yaptığımızda oyun üretmekten vazgeçiyoruz.
Bundan yıllar önce yatırımlar yeteneğe yapılıyordu. Sonra yeteneğin zaten futbolun parçası olduğu kabullenildi ve taktiğe yapılmaya başlandı. Şimdi bunun gelişimiyle birlikte atletizme, tempoya büyük ağırlık veriliyor. Bunu anlamlandırabilmek için de muhakkak oyun üretmek gerekiyor.
Ne yazık ki ülkemizde köklü değişimler yerine suni gündemlere yoğunlaşmayı, sonuçlardan sebep aramayı daha cazip görüyoruz. Oysa Türkiye hem futbola ilgisi hem de yatırımı neticesinde büyük başarılar elde etmesi gereken bir ülke.
Uluslararası alanda kalıcı başarılar elde edebilmek için bunu başaran herkes gibi aksiyon almamız gerekiyor. Aksi durumda nadiren sağlayabildiğimiz heyecanlardan çıkarım yapmakla ve genellikle de istediğimiz sonucu alamamakla vakit kaybetmeyi sürdüreceğiz.
Eksik kalan veya yanlış görülen her fikir için geri dönüşleri merakla
bekliyorum. Buraya kadar sabredip okumuş herkese teşekkürlerimi
sunuyorum.
Kaynak : Alperen Doğan / TRT SPOR
0 yorum :
Yorum Gönder