18 yaşında Avrupa'nın en üst seviyesinde (Barcelona ve İspanya ile) onlarca maçta forma giyen Pedri örneğinden yola çıkarak, Türk futbolundaki genç oyuncu algısını; kulüp, oyuncu ve medya ayağı üzerinden birlikte inceleyelim...
Bugünlerde oynanan Süper Lig U19 Gelişim Ligi maçları, futbol seyircisinin ilgisini de kulüplerin altyapılarında forma giyen genç yeteneklere çevirdi. Destekledikleri takımlarda ve Ay-yıldızlı millilerimizde ilerleyen yıllarda oynayabilecek seviyede veya yetenekte isimler olup olmadığını insanlar doğal olarak merak ediyor. Ki bu maçlarda gerçekten futbolu seven herkesi heyecanlandıran birçok ismi de izleme fırsatımız oldu.
Özkaynaktan oyuncu yetiştirip, geliştirmek ve hatta ilerleyen dönemlerde de bu futbolcudan maddi kazanç sağlayabilmek çoğu zaman Türk futbolunun kurtuluşu olarak gösterilse de bu beklenti yalnızca lafta kalıyor veya sürekliliği olmuyor. Bunun en güzel örneğini de son yıllarda Bursaspor'da gördük.
Son 10-15 yılda ülkemizde büyük ihtimal özkaynaktan en fazla oyuncu yetiştirip, geliştiren ve bu isimlerden kazanç elde eden ekibi olan Bursaspor, Süper Lig'de şampiyonluk dahi yaşadı. Ancak şu anda şampiyonluk sonrası bulunduğu konum, istikrar noktasındaki sıkıntıları gösteriyor. Aynı örneği Gençlerbirliği, Eskişehirspor ve hatta Akhisarspor üzerinden de görebiliriz.
Madalyonun diğer tarafında ise Avrupa Kulüpleri'nin artık temel planı haline gelmiş ve markalaşmış altyapıları var. Ajax, Barcelona, Porto, Salzburg, Benfica ve daha nicesi... Ancak ülkemizdeki ve Avrupa'daki genç futbolcuya bakış arasında dağlar kadar fark var. En basitinden bu bahsi geçen kulüplerde "oyuncunun pişmesi" kavramının olduğunu sanmıyorum.
Bizde ise altyapı dendi mi akla gelen ilk şey; genç futbolcu "pişmek üzere" bir alt ligde veya seviyedeki takıma gönderilmeli. Oradaki performansıyla kendisini gösterip, bir sonraki sezon takımdaki yerini almalı. Bu bakışın yanlışlığını kanıtlayan hem Türkiye'de hem de Avrupa'da o kadar çok bariz örnek var ki: Mbappe, Haaland, Sancho, Phil Foden, Bukayo Saka, Ansu Fati, Camavinga, Mason Mount, Bellingham, de Ligt ve Pedri gibi...
Bu ve bunlar gibi nice 16-17-18 yaşında futbol piyasasına en üst seviyeden çıkmış isimlerden hangileri tecrübe kazanması veya "pişmesi" için bir alt seviyede ekibe kiralandı. Unutmayalım; rekabet her alanda olduğu gibi futbolda da gelişimi tetikler. Oyuncu daha alt seviyede bir takımda kendini ne kadar geliştirebilir bir daha düşünmek lazım.
Bu noktada şu anda en güncel ve en özel örnek olduğu için Pedri üzerinden gitmekte fayda var. Henüz 18 yaşında La Liga devi Barcelona ile bir sezonda 52 maça çıkan, İspanya formasını EURO 2020'de başarıyla terleten Pedri, ülkesinin Tokyo Olimpiyatları kadrosuna da seçildi. Oyun olgunluğu, pres gücü, tekniği ve topla olan ilişkisiyle göz dolduran yıldız oyuncunun 18 yaşında olduğunu tekrarlayalım.
Pedri'nin oyunuyla ilgili önce Capello'ya kulak verelim.
"Messi'yi ilk canlı izlediğimde onun bir fenomene dönüşebileceğini
söylemiştim. Bir orta saha olarak Pedri için de aynısı geçerli.
Dünyanın en iyilerinden biri olabilir çünkü bunun için her şeye sahip.
18 yaşında bu kadar karakterli bir oyuncu hiç görmedim"
Şimdi de İspanya milli takımında antrenörlüğünü yapan Luis Enrique'yi dinleyelim.
"Pedri'nin bu turnuvada nasıl oynadığını gördünüz mü? 18 yaşındaki
bir oyuncunun böyle oynadığını daha önce hiç görmedim. Bu yaşta böyle
bir performansı Andres Iniesta'da bile görmedim. Çılgıncaydı."
Pedri, son olarak EURO 2020 yarı finalinde İtalya'ya karşı yaptığı 55 pasta da başarı sağladı. Ki bunların geneli yana ve geriye atılan basit toplar değildi hatta ilk devrede Oyarbazal'a attığı kilit bir pas da vardı. Tabii ki Pedri bu noktada çok uç bir örnek. 18 yaşında bir oyuncunun bu yaşlarda en üst seviyede sergilediği performans yeşil sahalarda nadir görülen durumlardan.
Çok büyük umutlarla gittiğimiz turnuva bizim için hayal kırıklığı olmuştu. Sürekli olarak "en genç takım" ve dolayısıyla "en tecrübesiz futbolcu grubu" bahanesi, arkasına sığınılacak güzel bir liman olabilirdi. Ancak bunu da elimizden turnuvanın en genç 3. takımı olan İngilizler finale yükselerek aldılar...
Turnuvadan ülke olarak çıkarılacak çok büyük dersler olduğu gibi, kulüp takımlarımızın da genç oyunculara bakışının ne denli değişmesi gerektiği de aşikar. Tabii genç oyuncuların yeterince şans bulamamasındaki tek sorumluluk kulübe ait dersek haksızlık ederiz. Kulüplerin politikaları dışında işin oyuncu ve medya ayağı da var. Oyuncu ayağından başlamak üzere sırasıyla inceleyelim...
Oyuncu ayağı
"Ben pasaporta bakmam. Oyuncunun oynamasına bakarım. Kaç saat çalışıyor ona bakarım." sözü çok tanıdık bir isme ait: Obradovic. Avrupa'nın en iyi koçu olarak gösterilen Sırp başantrenör herhalde yüzlerce sayfa tezi yazılacak bir konuyu tek bir cümleyle en iyi şekilde özetlemiş. Ancak özellikle Türkiye'deki futbol iklimi nedeniyle sabırsızlık ve anlık başarı beklentisi var.
Bu nedenle kulüpler de genç oyunculara şans vermek yerine daha büyük paralara yabancı futbolcu getiriyorlar. Ancak bu gerçeği de unutmamak lazım; pasaport değil, kaliteli sporcu oynar. Bunun en güzel örneklerini yakın dönemde gördük. Fenerbahçe kalesinde yıllardır Türk hegomonyası var. Galatasaray'da Emre Belözoğlu ile Ozan Kabak, 18 yaşında Şampiyonlar Ligi'nde boy gösterip başarılı oldu.
Beşiktaş, geçtiğimiz sezona Ersin'le başlayıp bitirdi, Rıdvan rotasyonda yer buldu ve siyah beyazlıların şampiyonluğa ulaşmasında katkı verdiler. Anadolu'da futbol devrimi yapan Trabzonspor da son yıllarda tekrar özkaynağa dönerek Yusuf, Abdülkadir, Uğurcan gibi yetenekleri Türk futboluna armağan etti. Dolayısıyla burada futbolcuların yapması gereken çok basit; çalışmak.
Medya ayağı
Konuşurken, bir cümlede "ama" kelimesini kullandığımızda, o ana kadar söylediğimiz her şeyi çöpe atarız. Aynı şekilde bizdeki manşet atma geleneğinde de abartılı övgüler ve yergilere rastlıyoruz. Bir maçta yıldız, diğerinde ise yeteneksiz yakıştırması yapmaktan gibi... Ve en önemlisi bazı kavramlardan artık kurtulmamız lazım. Yerli Messi son yıllarda en sevdiğimiz benzetmelerden. Güncel örnekleri de Muhammed Demirci ve Abdülkadir Ömür'de mevcut...
Yine Obradovic'ten örnek verecek olursak "Sizin için basketbolun Mourinho'su deniliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz" sorusuna "Benim bir tek adım var o da Obradovic" yanıtını veren başarılı ismi bu noktada da iyi bir referans olarak alabiliriz. İdoller veya beğenilen isimler olabilir ancak futbolcu kendi tarzını oluşturmalı ve kendi markasını yaratabilmeli.
Futbol lügatımızdan ya değiştirmemiz ya da çıkarmamız gereken bir başka olgu, kelime veya kavram ise "genç"... Yıllarca 27-28 yaşında bile Genç Semih olarak lanse ettiğimiz artık çok klişeleşmiş örneği vermeyelim. Yakın döneme bakalım. Mesela 22 yaşında Süper Lig'de iyi bir performans ortaya koyan Kerem Aktürkoğlu'na genç demeyelim. Kerem'in yaşıtlarının şans verildiğinde neleri başarabildiğini görüp, yeşil sahada pasaportun önemli olmadığı gibi, yaşın da bir anlam ifade etmediğini kavrayalım.
Kulüp ayağı
Pedri üzerinden gittik, son örneğimizi de Pedri'den verelim. EURO 2020 son 16 turunda Pedri, İspanya'nın Hırvatistan maçında Unai Simon'a attığı geri pas nedeniyle gole sebebiyet vermişti. Acaba kaç Türk takımı veya milli takım, bırakalım büyük bir turnuvanın son 16 turunu, lig veya kupa maçında dahi buna benzer bir hatayı yapan oyuncusunu ısrarla sahada tutmaya devam eder?
Fenerbahçe, geçtiğimiz sezon Karacabey Belediyespor ile oynadığı kupa maçında Altay'ın direkt kırmızı kart görmesi sonucu 10 kişi kalmıştı. Yedek kulübesine alınan ilk isim, ligde şans bulamayan geleceğin yıldız adayı Ömer Faruk Beyaz oldu. Bu gerçekten o yaştaki bir futbolcunun hem aidiyetini azaltır hem de kulüpte ona verilen misyonu yetenekleriyle bağdaştıramadığı için kendine orada bir gelecek göremez.
Ömer Faruk gibi örnekleri kısa süre önce Mustafa Kapı ve Ali Akman'da da görmüştük. Son olarak kulüplerin yanlış politikasını, Ergin Keleş'in Benzema ile yollarının kesiştiği turnuvayı ve sonrasında çizdikleri kariyer üzerinden deneyimli ismin kendi cümleleriyle dinleyelim:
"Trabzon Lisesi'yle dünya şampiyonu olmuştuk, gol kralı oldum. Daha sonra Meridyen Kupası oynamıştık. UEFA'nın Avrupa Şampiyonası'ndan sonra çok değer verdiği bir turnuvaydı. Avrupa'nın en iyi 4-5 takımıyla, Afrika'nın en iyi 4-5 takımının karşı karşıya geldiği bir turnuvaydı. O turnuvada da gol kralı olmuştum. Ama gol krallığını Karim Benzema ve Jeremy Menez'le paylaşmıştım. Tabi sonra Benzema, Real Madrid'de oynadı, ben de Akçaabat Sebatspor'a kiralık gittim."
Ortada yanlış idare edilen bir süreç var. Bunun tek bir sorumlusu da yok. Gelecek adına kısa vaadeli bir çözüm pek mümkün gözükmüyor. Çünkü önce ülkemizdeki futbol ikliminin ve başarıya olan bakışın değişmesi lazım. Başarı 20 yılda bir katıldığın turnuvada ilk 3'e girmek değil, her 2 yılda bir büyük turnuvada boy gösterebilmektir. Herkes kendi üzerine düşeni yaptığı ve sorumluluğu yükleyecek bir liman aramadığı an başarıya giden yolda ilk adımı atmaya yaklaşırız...
Kaynak : Emre Akdemir - TRT SPOR
0 yorum :
Yorum Gönder